Toplum olarak, adına "geçim" dediğimiz ağır bir yükün altında, görünmez bir savaş veriyoruz. Bir zamanlar kredi kartları lüks tüketimin, taksitler ise beyaz eşya almanın bir yoluydu. Bugün ise, durdurulamayan enflasyon, eriyen maaşlar ve temel ihtiyaçların (barınma, gıda, faturalar) ulaştığı fahiş seviyeler nedeniyle, kredi kartları ve taksitler birer "yaşam destek ünitesi" haline geldi.
Mevcut ekonomik şartların zorluğu, vatandaşı iki seçenekli bir kadere mahkûm etti: Ya küçüleceksin ya da borçlanacaksın.
"Böl, parçala, ötele" stratejisi, yani taksit, artık sadece bir buzdolabı almak için değil, market alışverişini tamamlayabilmek, çocuğun okul masrafını karşılayabilmek için kullanılan bir hayatta kalma mekanizması oldu. Bu, gelecekteki "siz"den bugünkü "size" borç vermektir. Ancak sorun şu ki, gelecekteki "siz" de muhtemelen bugünkünden daha varlıklı olmayacak.
Faiz Sarmalı: Batağın İlk Adımı
Ve o taksitler biriktiğinde, her ay onlarca küçük ödeme birleşip devasa bir dağa dönüştüğünde, sistemin ikinci ve daha acımasız kilidi devreye giriyor: Kart faizi.
Ekstrenin tamamı ödenemediğinde, bankanın sunduğu o "asgari ödeme" seçeneği, bir kurtuluş değil, batağa atılan ilk adımdır. O an ödenmeyen kısım, bir sonraki aya sadece borç olarak değil, üzerine "akdi faiz" eklenmiş, şişirilmiş bir canavar olarak devrolur.
Artık bir kısır döngüdesinizdir. Yaptığınız ödemeler ana parayı değil, sürekli biriken faizi temizlemeye başlar. Koşu bandındaki bir hamster gibisinizdir; sürekli koşarsınız ama bir arpa boyu yol gidemezsiniz.
"Yapılandırma": Kurtarıcı Kılığındaki Tuzak
Vatandaş bu sarmalda boğulmaya başladığında, bankadan o "sihirli" telefon gelir: "Gelin, borçlarınızı yapılandıralım."
Bu teklif, boğulmakta olan birine can simidi atmak gibi görünür. Oysa bu, çoğu zaman, o kişinin ayağına daha ağır bir gülle bağlamaktır. "Yapılandırma" adı altında sunulan şey, vatandaşın hayatını kolaylaştırmak değil, bankanın kendi alacağını garanti altına alma operasyonudur.
Mekanizma basittir: Banka, tüm kredi kartı borçlarınızı, birikmiş faizlerini ve belki de küçük bir ihtiyaç kredisini tek bir potada eritir. "Aylık ödemeniz düştü, rahatladınız" der. Ancak bunu yaparken iki şeyi gizler:
- Faizin Faizini Almak: Borcunuzun faizli halini ana para kabul edip, o yeni şişkin rakam üzerinden bir daha faiz uygular.
- Vadeyi Uzatmak: Sizi 1-2 yıllık borçtan kurtarıp, 5-10 yıllık yeni bir borç esaretine mahkûm eder.
Sonuç? 100 bin liralık borcunuzu "yapılandırdığınızda", anlık bir nefes alırsınız ama önümüzdeki 5 yıl boyunca toplamda 200 bin, hatta 300 bin lira ödemeyi taahhüt etmiş olursunuz. Banka kârlılığını katlamış, alacağını yasal olarak garantiye almıştır. Vatandaş ise, hayatının en verimli yıllarını, aslında çoktan tükettiği bir paranın faizini ödemek için harcamaya mahkûm edilmiştir.
Yaşamak İçin Değil, Ödemek İçin Çalışmak
Geldiğimiz noktada, milyonlarca insan "yaşamak" için çalışmıyor; sadece bankalara olan borcunun faizini ödeyebilmek için çalışıyor. Maaşlar, daha cebe girmeden banka sistemlerine geri dönüyor. Bu, ekonomik modelin vatandaşı nasıl tüketime zorladığının ve sonra onu nasıl finansal olarak rehin aldığının en net resmidir.
Bu sarmal, bizi sadece ekonomik olarak tüketmiyor; psikolojik olarak da eziyor. Gelecek planı yapma umudumuzu, bir ev sahibi olma hayalimizi elimizden alıyor. Biz buna "yaşamak" diyoruz, ama sistemin adı başka: Bu, emeğin ve geleceğin ipotek altına alındığı modern bir finansal düzendir.